Büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Anadolu’nun farklı bölgelerinde, tıp, tarım ve ekosistem alanlarında verdikleri inançlı ve uzun soluklu mücadelelerle biyolojik bilgeliği yarattılar. Pratik deneyimlemenin yerel savaşçıları elde ettikleri değerleri bir sonraki nesillere işlevsel uygulamalarıyla aktardılar.

Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.

Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.

Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...


4 Ekim 2010 Pazartesi

Loç Vadisine HES

Cide Loç Vadisi, aynı zamanda Küre Dağları Milli Park alanı içinde yer almaktadır. Devrekâni de dâhil edildiğinde üç ilçemizi birden ilgilendiren bu alanda, Hidro Elektrik Santrali yapımı ile ilgili bir çalışma yürütüldüğü artık hepimizin bilgisi dâhilinde olan bir konu. Vadi, doğa harikası ve gerçekten Türkiye’nin en bakir bölgelerinden birisi. Valla Kanyonu, Maylas Kanyonu, Ilgarini Mağarası, Kılıçlı Mağarası ve uçsuz bucaksız dağlar, Loç vadisinin etrafında birer kale niteliğinde duruyor...

Enerji severler ise elektriksiz kalma korkusu yaşıyor olmalılar ki, böyle bir projeyi tüm ülke genelinde görmeyi hedefliyorlar. Sırf elektrik üretmek adına doğanın dokusu bozulmaya değiyor mu, bu tartışmalı bir husus. Fizibilitesi yapılırken neler hesaba katıldı, bunu bilmekten de yoksunuz. Ancak bir gerçek var ki oda; güzelim akarsuları yok etmek konusundaki kararlılık gözden kaçmıyor! Demek koca koca, dev akarsuların ve denizlerin ülkesi olan Türkiye’mizde elektrik üretebilecek yer bulunamamış olmalı ki, sıra küçük derelerdeki su kaynaklarını değerlendirmeye gelmiş!

Loç Vadisinde Elektrik Santrali yapımı için izin aldığını belirten ilgili şirketin çalışmalara başlaması üzerine, bölgede kaygı verici bir hareketlilik gözlemlenmekte. Böyle giderse istenmeyen birçok olay yaşanacağa benziyor. Halkın bize göre haklı, kimilerine göre haksız feryadı ise belki de güvenlik güçlerinin refakatinde susacak. Bölgeden yankılanan hayat mücadelesinin aksı duyulmayacak. Biz yıllarca devletimizin sosyal yönünden kastedilen mananın, özel bir anlamı olduğunu düşünüyorduk. Lakin çoğunluğun isteği veya mali gücün hegemonyası sosyal anlayışlara da farklı manada ket vuruyor anlaşılan…

Konunun yargıya taşındığını bilmeyenimiz yok. Hukuk devletlerinde yargıya intikal eden konular, bir karara bağlanmadan icraat yapılamayacağını bilenlerdeniz. Ancak ilgili şirketin çalışmalarını aralıksız sürdürmesi ve hukuki sonucu beklemeden Loç da dev makinelerle ortalığı talan etmesine kim dur diyecek, bu sorunun cevabı meçhul! Bağımsız yargı böyle önemli bir konuda süreci uzatmadan daha hızlı karar veremez mi? Zira her geçen gün, bölgedeki ağaç ve doğa katliamının genişlemesi büyük bir vebal olarak sorumluların omuzlarında asılı durmaktadır.

Kamuoyunun HES’ lerin doğayı öldürdüğü, bunların yapılmaması ve Loç gibi bölgelerin yok olmaması için verdiği destek açıklamalarına, yürütme organı yetkililerinden gelen cevapları, bir kararlılık olarak mı değerlendirmeliyiz bilemiyorum. Sanatçıların Loç desteğine; “Siz bu işe burnunuzu sokmayın” diyerek ihtar eden siyasilerin tutumunda bölge halkının kendilerine verdiği oy oranları etkili midir acaba? Ya da soruyu madalyonun öbür yüzünü çevirip soralım isterseniz. Muhalefet vekilinin bölgeye gitmemesinden şikâyet edenler açısından konuya yaklaşalım. Muhalefet Loça neden gitmiyor? Seçim ve referandum sonuçlarının muhalefet üzerinde; HES’ler de dâhil olmak üzere, iktidar icraatlarının halk tarafından tasvip edildiği gibi bir çıkarım yapıldığı sonucuna varılabilir mi?

Ne dersiniz?

Sizce de çelişik bir durum değil mi? Nasıl bir kazanç ya da nasıl bir kayıp, doğrusu manidar bir tablo…

Loç Vadisinin ölmesi demek, bölgede hayatını sürdüren insanlığında ölmesi demek anlamına gelmiyor mu? Sizin o bölgede öldürdüğünüz doğa ve insanlık vicdanı, yeniden nasıl diriltilebilir. Böyle doğal akışında kurulu bir düzeni, tekrar kurmak isteseniz acaba kaç yılda oluşturabilirsiniz ki?

Boşuna mı demiş büyüklerimiz; “ Parayla saadet olmaz” diye. Acaba buradan üretilecek elektrikle nereler aydınlanacak. Ürettiğiniz elektrik ve satacağınız su ile dünyasını kararttığınız insanların yüreklerine su serpilebilecek mi?

Küçük dereciklerden elde edilen sular, dağların tepesinde oluşturulan barajlara taşınacak ve oradan aşağı bırakılan sularla elektrik üretilecek. Ne ala! Sanki çok ucuz bir maliyet bu. Bunun için bile dünya kadar elektrik harcanacağı muhakkak değil mi? Belki de kendi üretimi için harcayacağı elektriği bile üretmekten aciz bir işlem için, bu kadar doğa katliamının adını kim nasıl koyuyor anlaşılabilir değil!

Ya sonrası? Elbette firmalar açısından asıl kazanç, belki de işlem sonrasında elde edilecek. Loç suyunun vadideki arazi sahiplerine para ile satılacak olması bölge halkının bir başka handikabı olacaktır. Böyle bir garabetle de sınırlı kalmayacak Loç’un kaderi. Doğabilecek sıkıntıları anlatmak için bir köşe yazısının yeterli olmayacağı da malum…

Kastamonu ekosisteminin tam orta yerine saplanan bir hançer gibidir Loç vadisine giren iş makinelerinin konumu. Şayet sahip çıkılmazsa Loç’a, alınırsa derelerin canı; kuruttuğunuz dere yataklarından istifade eden insanların ahı değildir sadece sizin yakanızı bırakmayacak olan. Oradaki tüm canlı hayatının âhı, uykularınızda dahi sizi rahatsız bırakmayan kâbusunuz olacaktır muhakkak.

Sormak isterim Kastamonu’nun etkili ve yetkililerine; orada bulunan boşluğu nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz? Bırakın doğanın oluşturduğu boşluğu doldurmayı, ekonomik anlamda gelir dengeleri alt-üst edilmiş insanların hayatlarında meydana gelen maddi, manevi ve psikolojik boşluğu neyle ikame etmeyi düşünüyorsunuz?

Gerek genel seçimlerde, gerekse son referandumda bir kez daha ispat etmedi mi Kastamonu halkı hükümete bağlılığını? Seçtiklerine verdiği desteğin halen devam ettiğini bir kez daha göstermediler mi? Yani Kastamonulular görevlerini yapmadılar mı bu konuda? Peki, yetkililerimiz ne zaman devreye girecekler Kastamonu’nun Loç Vadisi gibi önemli olan bu ve benzeri türden sorunlarıyla ilgili olarak. Yoksa “biz herkesi kucaklıyoruz, bu halkın içinden yine bu halk için çıktık, sizler için varız” diyen bizim yöneticilerimiz ve temsilcilerimizin yoğunlukları, böylesi elzem bir konunun çok mu üzerindedir…

Neden şöhret olmuş isimleri Loç Vadisindeki insanlarımızın arasında göremiyoruz. Bu halkın içinden çıkınca, tekrar halkın arasına dönmek bu kadar zor mu?

01.10.2010
Davut ZAT

Hiç yorum yok: