Büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Anadolu’nun farklı bölgelerinde, tıp, tarım ve ekosistem alanlarında verdikleri inançlı ve uzun soluklu mücadelelerle biyolojik bilgeliği yarattılar. Pratik deneyimlemenin yerel savaşçıları elde ettikleri değerleri bir sonraki nesillere işlevsel uygulamalarıyla aktardılar.

Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.

Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.

Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...


14 Mayıs 2007 Pazartesi

Samsun - Subasar Ormanlardaki Mandalar

Mandalar konusunda Samsun’da da büyük sıkıntı var. Samsun'un Ondokuz Mayıs ilçesi ve Bafra’da Manda besiciliği var. Özellikle bölgenin subasar ormanında ve birçok gölün olduğu (Balık Gölü, Cernek, vb) yerler tam anlamıyla manda yetiştiriciliği için ülkemizin belki de en elverişli yeri veya yeriydi demek gerekiyor. Son zamanlarda kişisel olarak ’ruhumun gıdası'nı arama yolculuğum ve Kömüs yoğurdu ve peyniri beni mandalarla bir şekilde ilişkilendirdi.

Özellikle Manda lokumu denilen ve ülkemizde eşi benzeri bulunmayan bir lokum çeşidi beni köylere ve subasar ormanlarda manda izinde yürümeme sebep oldu. Bu konuyla ilgili olarak ülkemizin büyük bir eksikliği var. 5-6 yıl öncesinde 400 bin civarında olan manda sayısı günümüzde 50-60 bine düşmüş. Böyle giderse ülkemizde soyu tükenmiş bir hayvanımız daha olacak. Yine bu konuda bildigim kadarıyla araştırma yapan akademisyen yok gibi; ilgili enstitüler de kapatılmış (Afyon). Özellikle kaymağıyla meşhur Afyon da küresel ısınma ve göllerin giderek yokolması manda besiciliğini çok etkilemiş ve mandalar yokolmuştur. Ülkemizin en önemli yetiştiriciliği Samsun’da yapılmaktadır. Ancak bölgede bulunan subasar ormanlar ve göller özellikle tarım ilaçları ve aşırı gübreleme sonucunda adeta zehir göllerine dönüşmüştür. Özellikle yeraltı suları ve ülkemizin en önemli nehirlerinden olan Kızılırmak da bu kirlilikten nasibini almıştır. Bu kirlenme özellikle bu köylere yaptığım geziler sonucunda bildiğim kadarıyla birçok Manda yavrusu (Malak) ölmesine sebep oluyor. Sınır tanımayan ve özgürlüğüne sonsuz baglı olan kömüsler (Burada böyle diyorlar) aslında dünyanın en sağlam hayvanı olmasına rağmen hızla ölüyorlar.


Bir Turizmci olarak Manda konusunun bana kalmasına mı üzüleyim, yoksa bu güzel gözlü bir o kadar akıllı hayvanların kurşunlanmasına mı üzüleyim bilemedim.

Sadece paylaşmak istedim.


Tahsin ÖZBEK

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Mandanı da al git !

Göktürk, Çiftalan, Kemerburgaz, Ağaçlı, Akpınar bulunduğumuz bölgede yer alan bazı köylerin isimleri. Burası bir zamanlar İstanbul'un en önemli manda yetiştiriciliği merkeziymiş. Hala bazı inatçı çiftçiler baba mesleklerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Ancak hayvanların ekonomik getirisi artık eskisi gibi değil; bölgede rant çok büyük. Bu konuda en büyük heyecanı duyan taraflardan biri de devlet babamız. Yeni villa sahipleri eski manda otlaklarında, meralarda mülklerinin tadını çıkarmak için çiftçileri belediye ve jandarmaya şikayet ederek, etrafı kirleten hayvanlarını "başka" yerlere götürmelerini öneriyorlar. Şikayeti hızla takip eden yetkililer, hayvanları ve çiftçileri "başka" yerlere gitmeye ikna ediyorlar.



Bunlar arasında büyük sayıda hayvanı olan bir çiftçi (kendisini tanıyorum) uyarıları dikkate alarak, daha kuzeyde Karadeniz kıyısı yakınına, kendi arazisinde ahır yapmak kaydıyla taşınmış. Ancak yaptığı ahırı daha sonra bazı yetkililer yıkmaya gelmişler. Bizim çiftçi de bazı bildik yöntemlerle bu yıkımı durdurabilmiş. Ancak sorun bu şekilde noktalanmıyor. Az yoğunluklu ve henüz inşaatların ulaşmadığı mera bölgeleri şimdi de devlet baba tarafından çam ormanı haline getiriliyormuş. Ormana manda sokmak yasak; çiftçiler ne yapacaklarını şaşırmışlar.

Son olarak, yetkililer her şekilde suç işlemek zorunda kalan çiftçileri suç halinde yakalama zahmetine girmeyip, tek tek evlerinde ziyaret ederek tutanak düzenlemeye başlamışlar. Anlayacağınız artık, hayvanı olanlar potansiyel suçlu sayılıyor bu gibi yerlerde. Bu durumu kamuoyuna duyurmak ve gerekirse AB'de insan (veya hayvan) haklarını aramak gerekebilir.



Cem Birder