Büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Anadolu’nun farklı bölgelerinde, tıp, tarım ve ekosistem alanlarında verdikleri inançlı ve uzun soluklu mücadelelerle biyolojik bilgeliği yarattılar. Pratik deneyimlemenin yerel savaşçıları elde ettikleri değerleri bir sonraki nesillere işlevsel uygulamalarıyla aktardılar.

Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.

Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.

Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...


21 Kasım 2007 Çarşamba

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e Açık Mektup
Ömer Madra

T.C. Cumhurbaşkanlığı Makamına,

19 Kasım 2007
Sayın Abdullah Gül,
T.C. Cumhurbaşkanı,

Birleşmiş Milletler'in iklim değişikliği ile görevli resmi kuruluşu IPCC, acilen radikal tedbir alınmazsa, dünyanın hızla ölüme sürüklendiğini ortaya koyan son raporunu 17 Kasım 2007 tarihinde dünyaya yayımladı. Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi, geçen ay Nobel Barış Ödülü'nü ABD eski başkan yardımcılarından Al Gore ile paylaşan kuruluşun bünyesinde, dünyanın önde gelen bilim insanlarından 2,500'ü aşkın sayıda insan görev yapıyor. Bu bilim insanlarının, kendi ülkelerinin temsilcileriyle birlikte kaleme aldığı ve BM üyesi hükümet temsilcilerinin tümünün onayladığı rapor, küresel ısınma yüzünden dünya denizlerinde görülen asitlenmenin belki de 20 milyon yıldan beri görülmemiş büyüklükte bir kimyasal değişmeye doğru gittiğini tespit ediyor. Öyle ki, karbon salımları hemen durdurulabilse dahi, denizlerin normale dönmesi için on binlerce yıl geçmesi gerekecek.

Rapora göre, küresel iklim değişikliği, deniz lerdeki tüm hayat dokusunu tamamen altüst edecek ve bu korkunç gelişme halihazırdaki küresel ısınmayı çok daha vahim hale getirecek. Âni ve geri döndürülmez bir gelişme olarak, yeryüzündeki canlı türlerinin üçte birini yok edecek. İlaveten, tarım hasatını her yerde büyük kesintilere uğratarak yeryüzünün dört bir yanında kıtlık ve açlığa yol açacak.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, raporu dünyaya ilan ederken, küresel ısınmanın gittikçe hızlanmasını "dehşet verici" olarak nitelemekte ve başta ABD ve Çin olmak üzere dünyanın siyasi karar alıcılarını hemen harekete geçmeye, Endonezya'nın Bali şehrinde yapılacak zirvede Kyoto Protokolü'nün yerine, ondan çok daha güçlü bir bağlayıcı antlaşma üzerinde görüşmeye çağırıyordu. IPCC Başkanı, iklim bilimci Rajendra Pachauri, tehlikeli iklim değişikliğini önlemek üzere herhangi bir umut besleyebilmemiz için Kyoto'nun çok ötesine geçen radikal indirimler yapmak için sadece 8 yılımız kaldığını açıklıyordu.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Esasen, bu konuda dünyanın iklim uzmanları arasında tam bir fikir birliği mevcut olduğu görülüyor. Atmosfere boca edilen ve küresel ısınmaya yol açan kirletici " sera gazları"nın sadece 1970'ten bu yana yüzde 70 artış gösterdiği, bunun sadece 35 yılda 0.6 derece sıcaklık artışına yol açtığı, atmosferdeki CO2 miktarının son 650 bin yılda görülmemiş bir seviyeye çıktığı da raporun tespitleri arasında yer alıyor. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Yürütme Sekreteri Yvo de Boer de, başta Çin, birçok ülkede kömür yakıtlı yeni elektrik santrallerinin yapıldığını, bu santraller bir kez yapıldıktan sonra, onları sökmenin ve iklimin kontrolden çıkmasını önlemenin çok daha zor olacağını, bu yüzden de yeni bir uluslararası anlaşmaya varmanın "inanılmayacak kadar acil" olduğunu vurguluyor. Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden biri, belki de birincisi olan ve NASA Goddard Enstitüsü Başkanlığı'nı yürüten Dr. James Hansen'in uyarısı da tamamen aynı yönde:"ABD Enerji Bakanlığı, her yıl atmosfere gitgide daha fazla CO2 boca edeceğimizi belirtiyor: Burada sadece ilave CO2 değil, bir yıl önce atmosfere atılan CO2'den daha fazlası kastediliyor. Bu yolu izlemeye on yıl bile daha devam etmek, çok çarpıcı iklim değişiklikleri olacağını garanti eder. Bu da başka bir gezegen demektir: Kuzey Kutbu'ndaki buzsuz deniz leri, tüm sahillerde fırtınalara ve yükselen deniz seviyelerine bağlı olarak durmadan tekrarlanan faciaları, tatlı su kıtlığı ve bölgesel iklim bozulmaları ile belirlenen bambaşka bir gezegen..."Dr. Hansen'in bu sorunla baş etmek için yapılması gerekenler konusunda birinci önerisi şu: Kömür yakıtlı yeni enerji santrallerinin yapılmasına bir moratoryum getirilmesi şart. Yani, CO 2 yakalama ve depolama teknolojisini geliştireceğimiz güne kadar, tüm santrallerin yapımının askıya alınması gerekiyor. Hansen'e göre, dünya bu teknolojiye muhtemelen beş - on yıl içinde sahip olacak. Ama, bunu başaramazsak, kömür yakıtlı santrallerin üstünden buldozer geçirilmesi gerekeceği de açık. Karbondioksitin iyice tehlikeli seviyeye çıkmasını engellemenin tek yolu bu; çünkü, yalnızca petrol ve doğalgaz tüketimimiz bile bizi tehlikeli seviyeye çok yaklaştırmaya yetiyor zaten. Dr. Hansen, ömürleri 50 - 75 yıl olan eski teknolojiye dayalı santralleri, ömürleri içinde bile kullanamayacaksak, kurmanın akla ve mantığa uygun olmadığını söylüyor. Üstelik, enerji verimliliği alanındaki büyük potansiyelimizden yararlanırsak, yeni enerji santrallerine zaten ihtiyacımız olmayacak.Günümüz bilim dünyasının üzerinde tam bir ittifaka vardığı konu, dünyanın birleşip küresel ısınmaya karşı acil tedbirler almasının şart olduğu. Bu tedbirlerin zamanında alınmasının ekonomik büyümeyi olsa olsa yılda binde bir oranında yavaşlatacağı, hatta muhtemelen büyümeyi ve istihdamı artıracağı da IPCC raporunda belirtiliyor. Acil tedbirler arasında belki de en önemlisi, alternatif enerji kaynaklarına bir an önce yönelmek. IPCC raporları, düşük karbon hedeflerine ulaşmak için dünya çapında nükleer santrallerde üretilen güç payının sadece yüzde 2 artmasının bile yeteceğini, yani yeni reaktör yapılmasına gerek olmadığını belirtirken, başka uzman raporları, bunun dahi gerekli olmadığını ortaya koyuyor. Yani nükleer güç santralleri, tanesi 3 milyar dolar gibi yüksek maliyet dezavantajının yanı sıra, temel ihtiyaca cevap vermekten de hayli uzak görünüyor.

Ama, Sayın Cumhurbaşkanı, nükleer güç olanağı, bizim çok önemli bir başka olguyu kavramamızı sağlıyor; o da kömür yakıtlı yeni elektrik santrallerinin getirdiği ölümcül tehlikedir. Dünyadaki pek çok uzmanın belirttiği gibi, bir nükleer santralin gayet önemli riskleri mevcut. Ama öte yandan, kömür yakıtlı yeni elektrik santrallerinin riski yoktur; onların dünyaya yıkım getireceğinin garantisi vardır. Dünyanın önde gelen uzmanları artık bu konuda hemfikir.Eğer bizler, küresel ısınma tehlikesiyle mücadele etme konusunda gerçekten bir şansımız olmasını istiyorsak, enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerji (rüzgâr, güneş, hidrolik, jeotermal vb.) dışında bir seçeneğimiz olmadığını kabul etmek zorundayız. Bu, aynı zamanda, gelecek nesillerin ve henüz doğmamış kuşakların haklarını korumak, onlara yaşanabilir bir gezegen devredebilmek bakımından da elzem görünüyor. Yani, insanlığın en temel değerlerinden biri, belki de birincisi olan adaletin sağlanabilmesi için elzem olan bir gerçeğin kabulü söz konusu. Bu, bence, insan varlığı olarak temel sorumluluğumuzdur.

Sayın Cumhurbaşkanı,

TBMM'de 9/11/2007 tarihinde kabul edilen, 5710 Sayılı "NÜKLEER GÜÇ SANTRALLARININ KURULMASI VE İŞLETİLMESİ İLE ENERJİ SATIŞINA İLİŞKİN KANUN", genel olarak Türkiye'de nükleer güç santrallerinin kurulmasını teşvik etmekle, özellikle de ölümcül kömür yakıtlı santralleri teşvik eden, hatta bunlara 15 yıl alım garantisi veren "YERLİ KÖMÜR YAKITLI SANTRALLARIN TEŞVİKİ" başlıklı GEÇİCİ 2. MADDESİ ile yukarıda izah etmeye çalıştığım temel bilimsel verilere aykırıdır.Bunun yanı sıra, söz konusu kanun ve onun geçici 2. maddesi, çocuklarımızın, torunlarımızın ve onlardan sonra gelecek kuşakların yaşama haklarını ihlal etmekte, bir anlamda ülkenin ve dünyanın geleceğini ipotek altına almaktadır. Dünya bilim topluluğunun bizlere sunduğu verilerin ve hepimizin içinde mevcut olan adalet duygusunun ışığında, temsil ettiğiniz makamın gereği olarak sahip olduğunuz anayasal yetki ve sorumluluklara dayanarak, söz konusu kanunu bütünüyle yeniden görüşülmek üzere TBMM'ye iade edeceğinize güven duyduğumu belirtir, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı adına sunulmuş bir dilekçe niteliğindeki bu mektubumu dikkatlerinize saygılarımla arz ederim.

Dr. Ömer Madra
Açık Radyo Yayın Yönetmeni,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi

20 Temmuz 2007 Cuma


Bir kilo bifteğin çevreye ettiği!

Japon uzmanların çalışmasına göre, sofraya bir kilogram et koymakla üç saat otomobil kullanmak arasında, havaya salınan karbondioksit oranı açısından bakıldığında hiçbir fark yok. Artık organik hayvancılık şart.

Radikal - 20/07/2007

AFP - PARİS - Çevreye duyarlı bir insan olarak kısa mesafelerde otomobil kullanmayı bıraktınız mı? Peki arabanızdan çıkan karbondioksit emisyonuyla akşam yemeğinde önünüzde duran bir porsiyon biftekten çıkan karbondioksit emisyonunun eşit olduğunu biliyor muydunuz? Bilim insanları, tüketilen lezzetli bir etin masanıza gelene kadar geçirdiği işlemlerin çevreye verdiği zararın, arabayla 250 km. kadar yol gitmenin verdiği zararla eşdeğer olduğu uyarısını yapıyor.
Japon uzmanların çalışmasına göre, masaya bir kg. et koymak da, üç saat boyu araba kullanmak da aynı oranda karbondioksit salınmasına yol açıyor. 1 kg. sığır etini leziz hale getirirken harcanan enerji miktarı da 100 watt'lık 1 ampulü 20 gün boyunca yakmak için harcanan enerjiyle eşit.

Vejetaryenler: Tamamen keselim

Et üretiminin küresel ısınmaya etkisini inceleyen Livestock ve Grassland Ulusal Bilim Enstitüsü uzmanları, geleneksel yöntemlerle bir sığır yetiştirmek, hayvanı öldürmek ve eti bölüştürmek işlemlerinin çevresel zararını hesapladı. Analizler sonunda, 1 kg. etin sera gazı salınımına 36.4 kg.'lık karbondioksitle etki ettiği bilgisine ulaşıldı.

2003'te İsveç'te yapılan çalışmada da etin organik yöntemlerle üretilmesi halinde yüzde 40 daha az sera gazı salınımına yol açıldığı, yüzde 85 daha az enerji tüketildiği belirtilmişti. Britanya Vejetaryen Vakfı yetkililerine göre, herkesin karbon izlerini azaltmak için harekete geçtiği bir ortamda yapılacak en kolay şey, et yemeyi bırakmak... Uzmanlarsa daha etkili atık yönetimi ve buzağı doğumları arasındaki zaman dilimini kısaltarak, et üretiminin yol açtığı çevresel zararın yüzde 6 azaltılabileceğini söylüyor.

10 Temmuz 2007 Salı

John Polk Allen ile yeni bakış açıları...


Geçtiğimiz yıl Kale Grubu tarafından organize edilen "infra-free structures" konulu konferans için, diğer 10 bilim adamıyla birlikte ülkemizi ziyaret eden John Polk Allen, 5-10 Haziran 2007 tarihlerinde yeniden Türkiye'deydi.

Arizona çölünde kurulu olan Biosfer-2'nin mucidi olan John Polk Allen ile uygulamaya yönelik, güncel sorunları dikkate alan ve "sürdürülebilir" değerler taşıyan bir proje oluşumu üzerinde görüşmeler gerçekleştirildi.

Istanbul Universitesi'nden Sevim Budak ve Uçkun Geray, Cumhuriyet Gazetesi'nden Oktay Ekinci ve Berivan Tapan, Yalova Karaca Arboretumu'nda Hayrettin Karaca, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, ve bizlere büyük bir sevgiyle Kars'ı tanıtan İhsan Karayazı, İlhan Koçulu ve Beti Minkin katılımında gerçekleşen toplantılarda, taraflar bugünün dünya anlayışı ve özlem duyduğumuz değerler üzerine görüşlerini paylaştılar.

Tüm bu programa verdiği inanç ve destekten ötürü Sibel Güler'e teşekkür ediyoruz. Aşağıda konuyla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi haberi yer almaktadır.

'Yeni bir dünyaya doğru'
Berivan Tapan, Cumhuriyet Gazetesi, 7 Temmuz 2007

Kapalı bir sistem içerisindeki cam bir mekânda, çöl, tropikal ve bunun içindeki hayvanları, böcekleri, bakterileri bir arada kapalı devre sistemlerde yaşatmayı amaçlayan "Biosfer-2" nin mucidi, düşünür, yazar John Polk Allen, dünyanın çeşitli ülkelerinde yürütmekte oldukları 6 projenin yanı sıra Türkiye'yi de içine dahil edecekleri yeni bir projeye önümüzdeki kasım ayında adım atacaklarını söyledi.

Söz konusu ortak projenin İstanbul, Yalova ve Bozcaada ayakları için Türkiye'de bulunan Allen ile 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde, önümüzdeki kasım ayında Türkiye'de gerçekleştirilmesi planlanan projeye ve dünyadaki 31 biyoma ilişkin konuştuk....

Meksika'da "çölün restorasyonu" projesi ile çölde yok olmaya yüz tutan madencilik ve hayvancılığın yeniden kazanımının öngörüldüğü ilk projede amaçlarının "Çevreden aldığımızı çevreye vermek" olduğunu belirten Allen, "Ayrıca uzay teknolojisi kullanılarak da Ay'da ya da Mars'ta da aynı tür bir ekosistem kurulabileceğine inanıyoruz. Japonya, Rusya ve Çin Uzay Havacılık Dairesi'nin bu konuyla ilgili çalışmaları bulunuyor" dedi. 1990'lı yılların başlarında kapalı sistem deneyleri gerçekleştirilen Arizona Çölü'nde kurulu dünyanın en büyük global ekoloji laboratuvarı olan Biyosfer Araştırması 2'nin yaratıcısı ve yöneticisi olan Allen'ın, insanlığın sivil kültürü ve biyosfer arasındaki ilişkiyi şekillendiren 'Vücut', 'beyin' ve 'davranış' temelindeki fikri şunları baz alıyor:

SERBEST ENERJİ TÜKETİLİYOR

"Vücut, dünyayı kaplayan bir biyosferdir. Ardından insan eliyle üretilen teknik yapı 'teknosfer' ile de beynin vücut ile etkileşimi sağlanıyor. Dünyanın biyosferi, serbest enerjiyi artırdığını bildiğimiz tek sistemdir ve insan kültürü bu serbest enerjiyi tüketiyor, modern teknolojileri beslemek için yağmalıyor. Mimari halen insan kaynaklıdır, biyosferik değil. Biyosfer 2 ile ekolojik olarak uygun mimari için de bir örnek oluşturacaktır."

Allen, ikinci projelerinin ise dünyada en büyük araştırma gemilerinden birisi olarak kabul edilen ve yeni teknolojileri kullanmadan doğayı daha iyi anlayarak çalışan "Heraklitus gemisi" olduğunu söyledi. 2009 yazında İstanbul'da olması planlanan gemi ile suyun altındaki dünyaya ait bilgilere ulaşmanın da amaçlandığını belirten Allen, demir ve çimentodan dökülen 15. yüzyıl Çin jong gemilerini andıran Heraklitus'ta kendisinin de oyuncu ve yazarı olduğu tiyatro oyunlarının gösterimler de yaptıklarını söyledi. Londra'daki "October Gallery" nin de üçüncü projeleri olduğunu ifade eden Allen, bununla "Kültür geleneğini yerleştirmeyi" amaçladıklarını anlattı. Zimbau, Nijerya'dan ve dünyanın birçok ülkesinden galeriyi ziyaret eden sanatçıların dünya sanatından nasıl etkilendiklerinin gözler önüne serildiği galeride yaşanan bir olayı Allen, şöyle anlattı:

"Cezayirli bir sanatçı diğer kültürlerin eserlerine baktığında kendi eserindeki Arap ve Japon resim tekniklerini fark etti." Transvangarde (avangart ötesi) bir akımın öncülüğünü yapan galeride ayrıca kültürel değişim buluşmaları, seminerler, tiyatro ve dans gösterileri de sunuluyor. Dördüncü proje alanları olan "Yağmur ormanları" nda ise, ağaçların güneşi göremeyecek kadar iç içe olduğunu, bu nedenle eşit miktarda güneşi göremediklerini fark ettiklerini belirten Allen, yapılacak bir düzenleme ile tüm ağaçların güneşten yararlanmalarının sağlanabileceğine söyledi.

5. projeleri olan "Savana Çölü'nün yeşertilmesi" için ise Cezayir, Bali ve Meksika'da uygulanan "yüzde yüz dönüşümlü bir su sistemi" kullanıldığını ifade eden Allen, 5 bin hektarlık Savana'nın çöle dönüşmesinde insanların hayvanlarını otlatması ve arazilerin yakılmasının çok büyük etkisi olduğunu dile getirdi. 6. projelerinin ise Fransa'da doğal tarım yöntemlerine geri dönüş yaşanması için kurulan örnek bir çiftlik. Allen, çiftliğin çevresindeki tarım üreticilerine de model oluşturmasının amaçlandığını belirterek, "Güney Fransa'da model oluşturacak 18. yüzyılın malikânelerine benzeyen bu ekolojik çiftlikte, ekolojik ürünler üretiliyor" dedi.

HÜKÜMET DESTEĞİ YOK

Hükümetlerin söz konusu projelere destek olmadığını, ancak kapitalist düzene karşı çıkmalarına karşın kendilerinin tehdit olacak kadar güçlü olarak görülmediğinden tehdit olarak da algılanmadıklarını belirten Allen, bunların "Sivil projeler" olduğunu söyledi. Allen, "Dünya ölçeğinde bu işi hükümet desteği olmadan yapan ilk oluşumuz. Birçok farklı yerden insanlardan destek geliyor" dedi.

1967 yılını bu fikirlerin ortaya çıktığı tarih olarak gösteren Allen, "Soğuk Savaş'ın etkisinin hâlâ hissedildiği, kapitalizm ve komünizm arasındaki, dünyayı şekillendiren o yıllarda, bu fikir aklıma geldi. O yıllarda maden mühendisiydim ve uzaya fırlatılan ilk roket artık teknolojide yeni bir şeyin başlangıcı olmuştu ve büyük bir çoşkuyla karşıladığımızı anımsıyorum. Dünyayı ayın gözünden görme şansımız oldu" dedi.

'TÜRKİYE'NİN İKİ BİYOMU VAR'

Allen, temel 31 tane biyom olduğunu vurgulayarak, Türkiye'de de iki temel biyom bulunduğunu
anlattı. Birinin yüksek platolar diğerinin de Akdeniz olduğuna dikkat çeken Allen, biyomları şu sözlerle açıkladı:

"İnsan organları nasıl ayrı çalışıyor ama bir bedeni oluşturuyorsa aynı şekilde çöller, yağmur ormanları, şehirler de ayrı ayrı çalışıyor ama birbirini tamamlayan bir sistem içerisinde yer alıyor."

KARS TÜRKİYE'NİN ETKİ MERKEZİ

Kars'ın Türkiye'nin "etki merkezi" olduğunu belirten Allen, Kars'ta kervansaray modeli bir han inşa etmeyi düşündüğünü ifade ederek, "Kars, dört büyük medeniyetin buluşma noktasında. Rusya ve Türkiye arasında da köprü görevi görüyor. Ayrıca benim için de çok özel bir kent. Bu nedenle yalnızca Kars için gidilen bir yer inşa etmek istiyorum. Deprem bölgesi olması nedeniyle de Katmandu'da yaptığımız gibi oraya uygun bir mühendislik gerekiyor. Özel bir kimliği olan bu kentte 40 kişilik misafirhaneler, oraya özgü yiyecekler, kütüphanesi ve tiyatrosu ile büyük bir konaklama yeri yapmak istiyorum" dedi.

John Polk Allen kimdir?

Global Ecotechnics Corporation'ın (GEC) - Küresel Ekoteknik Kurumu- Başkanı. Linnean Derneği ve Kâşifler Kulübü'nün üyesi olan Allen, Northwestern, Stanford ve Oklahoma üniversitelerinde antropoloji ve tarih okudu ve ABD ordusunun Mühendislik Birliği'nde makinist olarak hizmet etti. Colorado Maden Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Harvard İşletme Fakültesi'nden İşletme Yüksek Lisans derecesi aldı. 60'lı yılların başlarında otuzdan fazla alaşım geliştiren Allegheny-Ludlum Steel Corporation firmasında bir özel metaller ekibini yönetti. Ardından ABD, İran ve Fildişi Sahili'nde David Lillienthal'in Development Resources Corporation firmasıyla çalıştı.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Samsun - Subasar Ormanlardaki Mandalar

Mandalar konusunda Samsun’da da büyük sıkıntı var. Samsun'un Ondokuz Mayıs ilçesi ve Bafra’da Manda besiciliği var. Özellikle bölgenin subasar ormanında ve birçok gölün olduğu (Balık Gölü, Cernek, vb) yerler tam anlamıyla manda yetiştiriciliği için ülkemizin belki de en elverişli yeri veya yeriydi demek gerekiyor. Son zamanlarda kişisel olarak ’ruhumun gıdası'nı arama yolculuğum ve Kömüs yoğurdu ve peyniri beni mandalarla bir şekilde ilişkilendirdi.

Özellikle Manda lokumu denilen ve ülkemizde eşi benzeri bulunmayan bir lokum çeşidi beni köylere ve subasar ormanlarda manda izinde yürümeme sebep oldu. Bu konuyla ilgili olarak ülkemizin büyük bir eksikliği var. 5-6 yıl öncesinde 400 bin civarında olan manda sayısı günümüzde 50-60 bine düşmüş. Böyle giderse ülkemizde soyu tükenmiş bir hayvanımız daha olacak. Yine bu konuda bildigim kadarıyla araştırma yapan akademisyen yok gibi; ilgili enstitüler de kapatılmış (Afyon). Özellikle kaymağıyla meşhur Afyon da küresel ısınma ve göllerin giderek yokolması manda besiciliğini çok etkilemiş ve mandalar yokolmuştur. Ülkemizin en önemli yetiştiriciliği Samsun’da yapılmaktadır. Ancak bölgede bulunan subasar ormanlar ve göller özellikle tarım ilaçları ve aşırı gübreleme sonucunda adeta zehir göllerine dönüşmüştür. Özellikle yeraltı suları ve ülkemizin en önemli nehirlerinden olan Kızılırmak da bu kirlilikten nasibini almıştır. Bu kirlenme özellikle bu köylere yaptığım geziler sonucunda bildiğim kadarıyla birçok Manda yavrusu (Malak) ölmesine sebep oluyor. Sınır tanımayan ve özgürlüğüne sonsuz baglı olan kömüsler (Burada böyle diyorlar) aslında dünyanın en sağlam hayvanı olmasına rağmen hızla ölüyorlar.


Bir Turizmci olarak Manda konusunun bana kalmasına mı üzüleyim, yoksa bu güzel gözlü bir o kadar akıllı hayvanların kurşunlanmasına mı üzüleyim bilemedim.

Sadece paylaşmak istedim.


Tahsin ÖZBEK

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Mandanı da al git !

Göktürk, Çiftalan, Kemerburgaz, Ağaçlı, Akpınar bulunduğumuz bölgede yer alan bazı köylerin isimleri. Burası bir zamanlar İstanbul'un en önemli manda yetiştiriciliği merkeziymiş. Hala bazı inatçı çiftçiler baba mesleklerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Ancak hayvanların ekonomik getirisi artık eskisi gibi değil; bölgede rant çok büyük. Bu konuda en büyük heyecanı duyan taraflardan biri de devlet babamız. Yeni villa sahipleri eski manda otlaklarında, meralarda mülklerinin tadını çıkarmak için çiftçileri belediye ve jandarmaya şikayet ederek, etrafı kirleten hayvanlarını "başka" yerlere götürmelerini öneriyorlar. Şikayeti hızla takip eden yetkililer, hayvanları ve çiftçileri "başka" yerlere gitmeye ikna ediyorlar.



Bunlar arasında büyük sayıda hayvanı olan bir çiftçi (kendisini tanıyorum) uyarıları dikkate alarak, daha kuzeyde Karadeniz kıyısı yakınına, kendi arazisinde ahır yapmak kaydıyla taşınmış. Ancak yaptığı ahırı daha sonra bazı yetkililer yıkmaya gelmişler. Bizim çiftçi de bazı bildik yöntemlerle bu yıkımı durdurabilmiş. Ancak sorun bu şekilde noktalanmıyor. Az yoğunluklu ve henüz inşaatların ulaşmadığı mera bölgeleri şimdi de devlet baba tarafından çam ormanı haline getiriliyormuş. Ormana manda sokmak yasak; çiftçiler ne yapacaklarını şaşırmışlar.

Son olarak, yetkililer her şekilde suç işlemek zorunda kalan çiftçileri suç halinde yakalama zahmetine girmeyip, tek tek evlerinde ziyaret ederek tutanak düzenlemeye başlamışlar. Anlayacağınız artık, hayvanı olanlar potansiyel suçlu sayılıyor bu gibi yerlerde. Bu durumu kamuoyuna duyurmak ve gerekirse AB'de insan (veya hayvan) haklarını aramak gerekebilir.



Cem Birder

10 Mart 2007 Cumartesi

İsrail ile Erzurum’da Organik Tarım yapacağız

9 Mart 2007

Faruk BİLDİRİCİ / TELAVİV – Hürriyet

Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, İsrail gezisi sırasında en çok Başbakan Yardımcısı Şimon Perez’den etkilendi. Deneyimli siyaset adamı Peres, Tüzmen’e "Buzkıran bir siyaset adamı olma geleceği yapan siyasetçi ol" tavsiyesinde bulundu.

Tüzmen, Perez ile görüşmesinde bir süre önce başlattığı "Komşu ülkelerle Türkiye arasındaki ticaret hacmini genişletme stratejisi"ni anlattı. İlk başta eleştirilerle karşılaştığını kaydeden Tüzmen, "Ancak şimdi ticaret hacminin artması üzerine herkes bu stratejinin başarısını kabul etti" dedi. Perez’in Erez Projesi’ne destek sözü verdiğini de dile getiren Tüzmen, Türkiye ile İsrail’in Erzurum’da organik tarım konusunda işbirliği yapması konusunu da görüştüklerini ifade etti.

(…)

Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Namık Tan, yaklaşık 7 milyon nüfusu olan İsrail’e bir yılda yaklaşık 6 milyon Türk çorabı satıldığını söyledi. Büyükelçi Tan, "Bu neredeyse her İsrailliye bir Türk çorabı satıldığını gösteriyor" dedi. Tan, sözlerini "Demek ki, uygun fiyatla olunca insanlar kaliteyi satın alıyor. Bu da kaliteli ürün ortaya koyduğunuzda iş yapabileceğinizin somut bir kanıtı" diye sürdürdü.

3 Mart 2007 Cumartesi

Ekolojik tarımla dağ köyleri kalkınır
İslahiye Ziraat Odası Başkanı Bekir Yıldırım, ekolojik tarım metodu benimsenmesi sonucu bu konuda eğitim desteği verilerek dağ köylerinin kalkınmasının gerçekleştirilebileceğini söyledi.
Gaziantep Haberleri - Haber27.com - 03 Mart 2007


Toprak Ana Platformunca düzenlenen ''Organik Tarım'' semineri, bölgedeki üreticilerin yanı sıra Muhtarlar Birliği Başkanı Hamdi Aslan, İslahiye Kaymakamlığı'ndan proje müdürü Mehmet Kılıç ve platform üyelerinin katılımıyla yapıldı.

İslahiye Ziraat Odası Başkanı Yıldırım, üreticilerin ekolojik tarım metodunu benimsemeleri için model bir bahçe uygulamasının oluşturulması ve eğitim desteği ile dağ köylerindeki kalkınmayı bu şekilde gerçekleştirilebileceğine inandığını söyledi. Yıldırım, bu konuda Toprak Ana Platformu ile el birliği içinde çalışacaklarını belirtti.
Toprak Ana Platformu üyesi Cem Birder de, Türkiye'de de sağlıklı gıda tüketim bilincinin artış gösterdiği günümüzde, organik tarımın, çiftçinin ekonomik kazancı yanında çevresel faktörler ve sağlıklı gıda üretimi açısından da avantajlı olduğunu belirtti.
Birder, ''Doğa dostu, toprağı ile barışık bu tarım metodunun geleceğimiz açısından önemi her geçen gün daha çok sayıda insan tarafından fark ediliyor, uygulamalar yaygınlaşıyor'' dedi.
Ispartalı organik bodur meyve ağacı üreticisi Yasemin Ute Kılıç ise, elma ağacı yetiştiriciliğinde hastalık ve zararlılarla mücadeleyi anlattı.
Meyve üreticisi Hakkı Özcan da, çiftçilerin yüksek miktarda ürettikleri organik ürünlere nasıl pazar bulunacağı, bu ürünlerin satış fiyatlarının nasıl oluşacağı ve lojistik konularının netleşmesi gerektiğini kaydetti.

18 Şubat 2007 Pazar

Organik tarıma 1000 sayfalık yol haritası

89 uzmana 1000 sayfalık organik tarım kitabı hazırlatan URAK'ın Başkanı Ali Koç, kitabın bu konuda faaliyette bulunanlara yol göstereceğini söyledi

Milliyet - EKONOMİ SERVİSİ - 17 Şubat 2007

Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu (URAK), "Sürdürülebilir Rekabet Avantajı Elde Etmede Organik Tarım Sektörü" adlı bir kitap yayımladı. 29 üniversite ve dokuz farklı kurumdan toplam 89 akademisyen ve uzmana hazırlatılan 1000 sayfalık kitap, Tarım Bakanı Mehdi Eker'in de katıldığı toplantıda kamuoyuna tanıtıldı.
Editörlüğünü İ. Hakkı Eraslan ve Dr. Ferhat Şelli'nin yaptığı kitap, organik tarım konusunda ihtiyaç duyulan kaynak eksikliğini kapatacak.
URAK Başkanı Ali Koç, yaptığı konuşmada, organik tarım konusunda Türkiye için önemli rekabet fırsatları bulunduğunu söyledi.
Yayımlanan kitabın organik tarım çalışmaları yapanlara yol göstereceğini belirten Ali Koç, 2010'lu yıllarda Türkiye'de 1 milyon dekar alanda organik tarım yapılacağını söyledi.

35 milyar dolarlık pazar
İnsanların çocukluğunda yediği domatesin, biberin, portakalın tadını ve kokusunu hala unutamadığını belirten Tarım bakanı Mehdi Eker ise organik tarımın yaygınlaşmasıyla eski güzel günlerin yeniden yaşanabileceğini ifade etti. Bakan Eker, organik tarım yapan üreticiye kredi faizinin yüzde 60'ı kadar destek verildiğini söyledi.
Eker'in açıklamasına göre dünyada bu yıl içinde 35 - 36 milyar dolarlık pazara sahip olan organik tarımın hacmi, dört-beş yıl içinde 70-80 milyar dolarlara çıkacak. 100'den fazla ülkede 32 milyon hektar alanda 623 bin işletme kanalıyla yapılan organik tarımda lider olan Avusturalya'yı, Latin Amerika ve AB ülkeleri izliyor. Türkiye ise 119 ülke arasında 34'üncü sırada yer alıyor.

21 Ocak 2007 Pazar

Karasaban

Balıkesir'in körfez ilçelerinde çiftçiler karasaban kullanmaya devam ediyor.

Karaağaç Beldesi'nde 2 çocuk sahibi Ali Kaçar, 40 yıldır karasabanla tarlasını sürmeye devam ettiğini bildirdi. Karasabanla sürülen tarlanın veriminin yüksek olduğunu söyleyen Kaçar, "Karasaban ancak at, öküz, eşek veya katır gibi hayvanlarla çekilir. Bu yüzden ben ne karasabanımdan ne de 20 yıllık atımdan vazgeçemiyorum. Bu şekilde de tasarruf etmiş oluyorum" diye konuştu. (İHA - 18 Ocak 2007)