Büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Anadolu’nun farklı bölgelerinde, tıp, tarım ve ekosistem alanlarında verdikleri inançlı ve uzun soluklu mücadelelerle biyolojik bilgeliği yarattılar. Pratik deneyimlemenin yerel savaşçıları elde ettikleri değerleri bir sonraki nesillere işlevsel uygulamalarıyla aktardılar.

Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.

Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.

Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...


28 Mayıs 2009 Perşembe

Beykoz’un Öğümce köyünden, Cumhur Denizkıran, çürüntü olarak adlandırdığı torf desteğinde, bölgesinin ideal bir organik tarım havzası olduğunu söylüyor



Beykoz ilçesi temiz kalmış toprakları ve ormanları ile organik tarım uygulamaları açısından büyük bir nimet. Öğümce köyünden orman köylüsü Cumhur Denizkıran, yaz sebzelerimizi bahçesinde her sabah 05:30'da başlayan büyük bir emek ve sevgi ile yetiştiriyor.

"Topraklarıma hayvan gübresi bile yaklaştırmam" diyen Cumhur abi, yöre ormanlarından ve kendi bahçesinin bitki çürüntülerinden elde ettiği tertemiz torfu anlatırken gözleri parlıyor. Çünkü bu işe yaramaz gibi görülen çürüntüler hayat veriyor, yerel tohumlarla berekete dönüşüyor.


İnsanların daima daha çok ürün hırsını anlayamadığını, toprağın ve ona emek verenlerin temiz tarım uygulamaları ile daima mutlu olduğunu izah ediyor. “Bir arkadaşım bana bir kitap vermişti; Fukuoka’nın, Ekin Sapı Devrimi. Onu her kelimesine anlam vererek okudum. Gördüm ki düşündüklerimi dünyanın bir başka köşesinde bir bilim adamı da uzun yıllar deneyimlemiş ve hayatını bu yolda sürdürmüş. Yalnız olmadığımı zaten biliyordum ama insanlara bazen yanıt vermekte zorlanıyordum. Şimdi hem yaptığımın doğruluğuna daha çok inanıyorum, hem mutluluğumu bu örnekleri vererek paylaşıyorum”.


Hiç yorum yok: