Büyük büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Anadolu’nun farklı bölgelerinde, tıp, tarım ve ekosistem alanlarında verdikleri inançlı ve uzun soluklu mücadelelerle biyolojik bilgeliği yarattılar. Pratik deneyimlemenin yerel savaşçıları elde ettikleri değerleri bir sonraki nesillere işlevsel uygulamalarıyla aktardılar.

Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.

Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.

Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.

Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...


20 Temmuz 2007 Cuma


Bir kilo bifteğin çevreye ettiği!

Japon uzmanların çalışmasına göre, sofraya bir kilogram et koymakla üç saat otomobil kullanmak arasında, havaya salınan karbondioksit oranı açısından bakıldığında hiçbir fark yok. Artık organik hayvancılık şart.

Radikal - 20/07/2007

AFP - PARİS - Çevreye duyarlı bir insan olarak kısa mesafelerde otomobil kullanmayı bıraktınız mı? Peki arabanızdan çıkan karbondioksit emisyonuyla akşam yemeğinde önünüzde duran bir porsiyon biftekten çıkan karbondioksit emisyonunun eşit olduğunu biliyor muydunuz? Bilim insanları, tüketilen lezzetli bir etin masanıza gelene kadar geçirdiği işlemlerin çevreye verdiği zararın, arabayla 250 km. kadar yol gitmenin verdiği zararla eşdeğer olduğu uyarısını yapıyor.
Japon uzmanların çalışmasına göre, masaya bir kg. et koymak da, üç saat boyu araba kullanmak da aynı oranda karbondioksit salınmasına yol açıyor. 1 kg. sığır etini leziz hale getirirken harcanan enerji miktarı da 100 watt'lık 1 ampulü 20 gün boyunca yakmak için harcanan enerjiyle eşit.

Vejetaryenler: Tamamen keselim

Et üretiminin küresel ısınmaya etkisini inceleyen Livestock ve Grassland Ulusal Bilim Enstitüsü uzmanları, geleneksel yöntemlerle bir sığır yetiştirmek, hayvanı öldürmek ve eti bölüştürmek işlemlerinin çevresel zararını hesapladı. Analizler sonunda, 1 kg. etin sera gazı salınımına 36.4 kg.'lık karbondioksitle etki ettiği bilgisine ulaşıldı.

2003'te İsveç'te yapılan çalışmada da etin organik yöntemlerle üretilmesi halinde yüzde 40 daha az sera gazı salınımına yol açıldığı, yüzde 85 daha az enerji tüketildiği belirtilmişti. Britanya Vejetaryen Vakfı yetkililerine göre, herkesin karbon izlerini azaltmak için harekete geçtiği bir ortamda yapılacak en kolay şey, et yemeyi bırakmak... Uzmanlarsa daha etkili atık yönetimi ve buzağı doğumları arasındaki zaman dilimini kısaltarak, et üretiminin yol açtığı çevresel zararın yüzde 6 azaltılabileceğini söylüyor.

Hiç yorum yok: