Gelenekselliğin önemli ölçütlerinden biri olan yerel tohum dışında, verim uğruna vazgeçilmez bir koşul olarak önerilen monokültür, mekanik ekipman (traktör), suni gübre ve sentetik ilaç paket çözümleri, tarımsal üretimin hemen her alanında kullanılan hayvanın (gübre, iş gücü, besin, vb) gerekliğini ortadan kaldırmış görünüyor.
Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, temel seçim parametresinin finansal endeksli (kısa vadeli) karlılık hesabına dayandırıldığı yöntemler, yüksek verim uğruna çiftçiyi daha yüksek maliyetli girdi deseninde bir tarımsal üretim modeline mahkum ederken, tüketici açısından özellikle hormon ve ilaç kalıntısına bağlı gıda güvenliği daha çok sorgulanmak durumunda kaldı.
Daha yüksek verimlilik beklentilerinde geleneksel tarım dünyanın bilhassa 'gelişmiş' bölgelerinde ölmeye yüz tutarken, üretim metotlarına bağlı olarak gıdalar, sağlık sorunlarının önemli sebepleri arasında yer almaya başladı. Az gelişmiş bölgelerde ise (yerel) geleneksel tarımın yok oluşu küreselleşme ve diğer ülkelerdeki yüksek tarımsal sübvansiyonlara bağlı olarak, tercih edilebilecek konvansiyonel tarımın değil, ekonomik çaresizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta.
Enerji kaynakları ve petrole bağlı tarımsal üretimin geleceği sorgulanmalı, kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik esasında, geleneksel tarım metotları, donanım ve hizmet (traktör üreticileri, ilaç ve gübre sanayi, endüstriyel tohum firmaları, kredi kuruluşları, sertifikasyon sistemleri) sağlayıcılarının karlılığı için değil, toprak ana, üzerinde yaşam sürdüren üretici ve onun emeğini destekleyen tüketici leyhine iyileştirilmelidir; bugünün ve yarının muhtemel şartlarını anlayarak ve yaşamı daha iyi analiz ederek...
24 Ağustos 2011 Çarşamba
Türkiye'nin tapusu hangi bakanlığa verildi?
Yusuf Yavuz
Türkiye tatildeyken yürürlüğe giren kararname ile yapılan değişikliklerle doğayı ve yaşam alanlarını tahrip eden yatırımların önündeki engeller sessizce kaldırıldı. Kararnameyle, doğal sit ve tabiat varlıklarıyla ilgili tüm yetkilerin yanısıra belediye il genel meclislerinin imar planlama yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın tasarrufuna verilirken, ÖÇK kurumu kapatıldı. TMMOB Başkanı Soğancı, Bakanlar Kurulu'nun, kararname ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na tüm ülkenin tapusunu istediği gibi kullanma yetkisi vermiştir dedi ve ekledi: "hiç kimse ama hiç kimse artık elindeki tapuya güvenmesin."
TÜRKİYE'NİN DOĞASI TOKİ ESKİ BAŞKANINA EMANET
17 Ağustos'ta Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname' ile birlikte Türkiye'nin çevre, doğa ve kültür mirasının yönetimine ilişkin önemli değişiklikler yapıldı. Tartışmalara neden olan kararname ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki koruma kurullarının tabiat varlıklarıyla ilgili yetkileri ile il genel meclisleriyle belediyelerin tasarrufundaki imar planlama yetkileri yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçerken, 1989 yılında kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇK) kapatıldı.
DOĞAL SİT YETKİSİ KORUMA KURULLARINDAN ALINDI
Bakanlar Kurulu'nca 8 Ağustos 2011 tarihinde karara bağlanan ve 17 Ağustos'ta Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte koruma kurullarının 'tabiat varlıkları'na ilişkin yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçti. Kararnamenin 17. maddesine eklenen geçici 6. maddeye göre, "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiş alan ve varlıklara ilişkin her türlü belge, bu alan ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay içinde Bakanlığa devredilir" hükmü getirildi.
BAKANA BAĞLI KOMİSYON SİT'LERİ YENİDEN TESPİT EDECEK
Yine aynı maddenin 3. fıkrasına göre de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tespit edilecek uzmanlardan oluşan komisyonda yeniden tespit edilen doğal sit alanı ve tabiat varlıkları ile ilgili statüler, Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın onayı ile, yapı yasağı öngörülen statüler ise Bakanlar Kurulu'nca onaylandıktan sonra tescil edilecek. Bu alanlar ve varlıklar yeni statüsüne, ören yerleri ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma esaslarına göre yetkili idarelerce yönetilecek.
'TABİAT VARLIKLARI', MÜSTEŞERA BAĞLI GENEL MÜDÜR'E EMANET
Kararnamenin 51. maddesine eklenen geçici 4. madde ile de, 2863 sayılı kanuna yeni eklememeler yapıldı. Buna göre taşınır tabiat varlıkları hariç; tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iş, işlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlık, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak belirlenirken, ilgili işlemler bakanlık müsteşarı başkanlığında oluşturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yürütülecek. İlgili genel müdürlüğün taşra teşkilatlanması ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temsilcisinin başkanlığında oluşturulacak 'Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu' şeklinde olacak.
MİLLİ PARKLAIRN İŞLETMESİ ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞINDA
Kararnamenin yayımlanmasından önceki tarihlerde ilan edilmiş olan milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanlardaki kamuya ait alanların mevcut halleriyle yönetilmesine ve işletilmesine ilişkin iş ve işlemler ise Bakanlıkça onaylanan her tür ve ölçekteki çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı kararlarına uygun olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nca yürütülecek.
ÖÇK KAPATILDI, TÜM YETKİLER ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞINDA
Kararnamenin 15. maddesine eklenen ek 1. madde ile de 1989 yılında kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı (ÖÇK) kapatılarak kurumun tüm yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na devredildi. Kararnamede, ÖÇK'nın sorumluluğundaki tüm iş ve işlemler, "Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülür" ifadelerine yer verildi.
TMMOB BAŞKANI SOĞANCI: 'İKTİDARIN VEKİLLERİ DAHİ BİLGİ SAHİBİ DEĞİL'
Konuyla ilgili açıklama yapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, AKP'nin, seçimlerden önce çıkarttığı yetki yasasına dayanarak -ortada bir parlamento olmasına karşın- olağanüstü bir yönetim biçimi benimsemiş durumda olduğunu savundu. İktidar partisinin parlamenter sayısının, kanun yapma konusunda bir sıkıntı yaratmamasına karşın, TBMM'ye kanun teklifi sunmadan KHK'lerle kamusal varlıkların yok olmasına yol açacak düzenlemeler yapmakta ve kamu yönetimini değiştirmekte olduğunu öne süren Soğancı, "Bakanlar Kurulu dışında ülke kaderi üzerinde karar verecek ve karara katılacak yetkili, özerk bir kurum bırakmamaktadır. Muhalefet bir yana, İktidar Partisinin milletvekilleri dahi kurulan, lağvedilen; yetkilerle donatılan, yetkileri alınan kurum kuruluşların yeni yapıları konusunda bilgi sahibi değildir" dedi.
BAKANA OLAĞANÜSTÜ YETKİLER
Soğancı, "Toplumla paylaşılmayan, Bakanlar Kurulu'ndaki 26 kişinin kabul ettiği ve Cumhurbaşkanı'nın derhal onayladığı KHK'ler konusunda kim görüş bildirecek ve eleştirecek? Toplumun geleceği ve yönetim biçimi hükümetin iki dudağı arasında mı olacak? Bu yönetim biçimine kim demokrasi diyebilecek? 648 sayılı KHK, TBMM komisyonlarında bekleyen ya da Genel Kurula indirilmiş ancak görüşülmemiş kanun tekliflerini de içerecek biçimde genişletilerek yayınlanmıştır. Bu KHK ile 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Yasa, 3194 sayılı İmar Yasası, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu, 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 6107 sayılı İller Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun‘da değişiklikler yapılmıştır. Yapılan değişikliklerle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na yeni ve olağanüstü yetkiler devredilmiş ve tanınmıştır" ifadelerini kullandı.
TMMOB'UN 'SAHİP ÇIKIN' ÇAĞRISI
Kararname'de yapılan değişikliklerle açıkça "Hiç kimse ama hiç kimse artık elindeki tapuya güvenmesin. Tapu, ister kamu kurum ve kuruluşunun, ister özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun bu tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnızca ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndadır" denilmek istendiğini savunan Soğancı, yürürlüğe konulan düzenlemelerin kamu yararına olmadığının açık kanıtı olduğunu belirterek "Yaşadığımız süreç olağan değildir, ülkemizde olağan demokrasilerde yeri olmayan tersi bir süreç işlemektedir. Önceki dönem torba, bu dönem KHK ile halkın haberdar olması bir yana, ilgili kurum ve kuruluşların dikkatlerinden kaçırılarak, toplum ve ülkenin kaderi üzerinde etkide bulunabilecek önemli kararlar yasalaşmaktadır. Bütün bunlar, yasama meclisi üyelerinin dahi bilgisi dışında olup bitmektedir. TMMOB uyarıyor: İlgili kurumlar, kişiler, siyasi partiler, üniversiteler, yazar-çizerler, düşünenler bu uygulamalara karşı insanlığın ortak değerlerine sahip çıkan bir tutum almalıdırlar" dedi.
ARTIK HİÇ KİMSE ELİNDEKİ TAPUSUNA GÜVENMESİN
Soğancı, "hiç kimse ama hiç kimse artık elindeki tapuya güvenmesin. Tapu, ister kamu kurum ve kuruluşunun, ister özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun bu tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnızca ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndadır" uyarısında bulunduğu açıklamasında ayrıca şu görüşlere yer verdi:
YEREL YÖNETİMLER YETKİSİZ KILINIYOR
Harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak, iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde ruhsat ve yapı kullanma izni vermek; kamu ya da özel kişilere ait taşınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara ilişkin 3 ay içinde onaylanmayan etüt, çevre düzeni, nazım ve uygulama planları ya da ruhsatlandırma ve yapı kullanma izinlerini vermek şeklindeki yetkiler, aslında yerel yönetimleri yetkisiz kılmakla eşanlamlıdır.
KEYFİ KULLANIMA AÇIK YETKİLER ENDİŞE YARATIYOR
648 sayılı KHK ile depreme karşı dayanıksız yapıların bulunduğu alanların dönüşüm projelerini ve uygulamalarını yapmak ve yaptırmak; Toplu Konut Kanunu‘nun ek 7. maddesi çerçevesinde uygulama yapmak, yaptırmak, bu uygulamalara ilişkin kentsel dönüşüm, yenileme, transfer alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak; bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde acele kamulaştırma yoluna gitmek; yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti ve tescilini sağlamak Bakanlığın yetkisine verilmiştir. Bu düzenlemelerle Belediyelerin yetkisinden ve özel mülkiyetin korunmasından söz edilemeyeceği açıktır. Keyfi kullanıma açık olan bu yetkilerin "oy verenle oy vermeyenin tabii ki aynı olmayacağını" beyan eden Bakanın keyfiyetine bırakılmasından endişe duymamak olanaklı değildir.
6 AY SONRA SİT STATÜLERİ KALMAYACAK
863 sayılı Yasa‘nın değişikliği ile tabiat varlıkları diğer deyişle doğal sit alanları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na transfer edilmiş olup, "Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü‘ ihdas edilmiş ve bu alanların yok edilmesinin önü açılmıştır. Artık, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgelerinin kullanma ve yapılaşmaya ilişkin kararları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nca verilecektir. Bu varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesinin 6 ay içinde Bakanlığa devredileceği hükmü, 6 ay sonra bu statülerin kalmayacağının habercisidir. Yalnızca doğal sitler değil aynı zamanda doğal sitlerle kesişen arkeolojik, kültürel, kentsel ve tarihi sitler de tehlike altındadır.
TARIM ARAZİLERİNİ BEKLEYEN TEHLİKE
Köylerde yapılacak yapılara uygulanacak esaslarda, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu‘nun uygulanmaması, buralarda kurulacak yapılarda ruhsat ve imar planı aranmaması tarım arazilerini bekleyen tehlikelerin habercisidir. 3194 sayılı İmar Yasası‘na eklenen madde ile de mera, yaylak ve kışlaklar, 29 yıllığına kiralanıp yapılaşmaya açılmıştır.
SÖZLEŞMELİ PERSONEL ÇALIŞTIRMA HÜKMÜ
Önceki dönem TBMM Genel Kurulu‘na havale edilmiş Yapı Denetimi Hakkında Yasa Tasarısı bu KHK ile yürürlüğe girmiştir. Yapı denetçisi mühendis ve mimarları güvencesiz kılan, sorumluluğu ağır, ama bunun karşılığı hak ve yetkiyi vermeyen ve daha önce eleştirdiğimiz tasarı TBMM'de tartışılmadan sessiz sedasız dayatılmıştır. Bakanlar Kurulunca belirlenen projelerde çalıştırılacak personele 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırma hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin düzenleme, idareye keyfi bir yetki tanımaktadır.
Gıda Egemenliği: Krize Avrupa’dan bir cevap
5 gündür yaşanan yoğun, ilham verici ve yapıcı değiş-tokuştan sonra, Nyeleni Avrupa 2011 Gıda Egemenliği Forumu dün sona erdi. Forum, ilk Avrupa Gıda Egemenliği Deklarasyonu’nu oluşturdu.
Sivil toplumu ve sosyal hareketleri temsil eden 120′nin üzerinde örgüt ve birey, mevcut Avrupa politikalarınının ve küresel politikaların etkilerini tartıştı. Beraberce, Avrupa’da gıda egemenliğine ulaşmak için kapsamlı bir platform ve prensipler grubu oluşturdular. Forum, sorunları genelde gözardı edilen gençlerin, kadınların ve gıda üreticilerinin seslerinin önemini vurguladı. Bu deneyim çeşitliliği ve zenginliği, Nyeleni Avrupa 2011 Forumu’nun ortak bir çerçeve tanımlamasını ve demokrasi ve katılımcı süreçlere dayanan bir ortak eylem planı belirlemesini sağladı.
Deklarasyon şöyle duyuruyor: “Toplumlarımızda daha geniş bir değişim yaratmanın ilk adımının gıda sistemimizi değiştirmek olduğuna inanıyoruz”. Forum delegeleri, gıda sistemini kendi ellerine almak için şunları yapmaya kararlı olduklarını belirledi:
- Endüstriyel olmayan, küçük çiftçi tarımına, işlemesine ve alternatif bir dağılıma dayanan, ekolojik olarak sürdürülebilir ve sosyal olarak adil bir gıda üretim ve tüketim modeli için çalışmak.
- Gıda dağıtım sistemini yerelleştirmek ve üreticiler ve tüketiciler arasındaki zinciri kısaltmak.
- Özellikle gıda ve tarım alanında çalışma koşullarını ve sosyal koşulları iyileştirmek.
- Ortak varlıkların (toprak, su, hava, geleneksel bilgi, tohum ve hayvanlar) kullanımı ve mirası hakkındaki karar alma mekanizmalarını demoratikleştirmek.
- Bütün düzeylerdeki kamu politikalarının, kırsal bölgelerin canlılığını, gıda üreticileri için adil fiyatları ve herkes için güvenli, GDOsuz gıdayı garanti etmesini sağlamak.
Siyasi volatilite, sosyal ve ekonomik kriz yaşanan günümüzde, NYELENI Gıda Egemenliği Forumu delegeleri, bütün halkların, Gıda Egemenliği’nin işaret ettiği gibi, insanlara ve değerli doğal kaynaklara zarar vermeden kendi gıda ve tarım politikalarını ve sistemlerini belirleme hakları olduğunun altını çizdi.
Bu yüzden Avrupa’da hemen şimdi gıda egemenliği talep ediyoruz.
Deklarasyon metnini Nyeleni 2011 internet sitesinde bulabilirsiniz: www.nyelenieurope.net
Çeviren : Ekin Kurtiç
19 Ağustos 2011 Cuma
Afrika'yı aç bırakan 'tarım emperyalizmi'
Nasıl oluyor da Etiyopya, çok geniş tarım arazilerine sahip olmasına karşın, kıtlık sorunu yaşıyor?
Mısır ve tahıl ekili hektarlarca genişlikteki tarım alanları yemyeşil bir manzara oluşturuyor. Bu ekili alanlar, ne Avrupa’da ne de Amerika Birleşik Devletleri’nin batısında yer alıyor. Tarlalar, çok sayıda insanın kıtlıkla karşı karşıya olduğu Etiyopya’da bulunuyor.
Ülkede tarım yapılabilecek yeterli arazi olmasına rağmen, insanlar açlık çekiyor. Bu tarlalar ise yabancı yatırımcılar tarafından satın alınarak veya kiralanarak, endüstriyel tarım için kullanılıyor. Bu uzmanlar tarafından "tarım emperyalizmi" olarak adlandırılıyor. Etiyopya hükümeti, bu şekilde döviz gelirlerinin ve tarım alanında teknik bilgilerin artırılmasını ümit ediyor. Ülkedeki verimli tarım alanlarının büyük bölümü hâlâ kullanılmıyor.
Etiyopya'dan yabancı yatırımcılara avantajlar
Etiyopya Tarım Bakanlığı'nın eski çalışanlarından, şu sıralar Bonn Üniversitesi'nde araştırma yapan Dawit Tesfaye, Etiyopya'nın yabancı yatırımcılar neden cazip bir ülke olduğunu şu sözlerle açıklıyor: “Bir yatırımcı sadece ihracat yapmak için üretim yapıyorsa, beş yıl vergiden muaf oluyor. Ama bir yatırımcı iç pazara yönelik üretim yapıyorsa, iki veya üç yıl vergiden muaf tutuluyor.”
Etiyopya hükümeti geçen yıl üç milyon hektar verimli tarım alanını kiraya çıkardı. Afrika'nın birçok ülkesinde hükümetlerin, tarım arazilerini yabancı yatırımcılara sattığı veya kiraladığı gözlemleniyor. Büyük yatırımcılar, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan ve Çin gibi ülkelerden geliyor. Ağırlıklı olarak biyo-yakıt elde etmek ya da kendi ülkelerindeki gıda ihtiyacını karşılamak üzere ekim yapılıyor.
Tarım ürünlerinin sadece bir bölümü Afrika'da piyasaya sürülüyor. Washington Amerikan Üniversitesi'nden Çin-Afrika ilişkileri uzmanı Deborah Braeutigam, ürünlerin Afrika piyasasında yer almasının, halka büyük bir yararı olmadığını belirtiyor. Braeutigam, bunun nedenini “Çinliler, örneğin Zambia'da yerel tarım piyasasına da yatırım yapıyor. Ancak bu iç pazar için sorun yaratabilecek bir durum. Çünkü Çinliler, kendi buğday, mısır ve büyük baş hayvanlarıyla Zambialı çiftçilerle rekabet ediyor” sözleriyle açıklıyor.
Kıtlığın nedenleri
Tarım alanlarının yabancı yatırımcılara kiralanması veya satılması, Afrika Boynuzu'nda yaşanan kıtlığın nedenlerinden biri olarak görülüyor. Kıtlıktan, Etiyopya, Somali, Kenya ve Cibutu'de yaklaşık 12 milyon kişi etkileniyor. Almanya Başbakan Angela Merkel'in Afrika Danışmanı Günter Nooke, kıtlığın farklı nedenleri olduğuna dikkat çekiyor:
“Afrika Boynuzu'ndaki kıtlığın nedenlerini anlamak kuşkusuz biraz zor. İklim değişikliği ve aşırı hava koşulları nedeniyle kuraklık ve seller yaşanabiliyor. Elbette başlıca sorunlardan biri de Somali. Devlet sistemi çalışmıyor, ülkede hükümet yok. İnsanlar da, yiyecek ve içecekleri kalmadığı zaman Kenya'nın kuzeyine veya Etiyopya'ya kaçıyor.”
Somali'den binlerce kişinin komşu ülkelerdeki mülteci kamplarını doldurması, bu ülkelerde de kıtlık tehlikesini artırıyor.
Etiyopya Tarım Bakanlığı'nın eski çalışanı Dawit Tesfaye, Afrika hükümetleri tarım politikalarını değiştirmezse, gelecek yıllarda durumun daha da kötüleşmesinden kaygı duyuyor. Tesfaye, tarım alanlarının yabancı yatırımcılara bir iki yıllığına değil, 80 veya 90 yıl gibi oldukça uzun bir dönem için kiralandığına dikkat çekiyor.
© Deutsche Welle Türkçe
28 Haziran 2011 Salı
Bolivya'da Gıda Devrimi
Bolivya Cumhurbaşkanı Eva Morales, ülkesinin gıda güvenliğini garanti altına almaya yönelik bir yasayı onayladı.
Bu yılın başlarında, gıda sıkıntısı ve fiyatlardaki artış ülke çapında protestolara neden olmuştu.
Küresel gıda fiyatlarındaki artış, birçok Bolivyalıyı "quinoa" gibi geleneksel yiyecekleri yerine ucuz, ithal alternatiflere yöneltmişti.
Hükümet 'Bolivyalıların nesiller boyu kendi kendilerini doyurabilmelerini sağlayacak gıda devrimi için" 10 yıl içinde yarım milyar dolarlık yatırım yapacak. Küçük çiftçilere cömert krediler sağlanacak.
Bolivya'da, patates ve mısır dahil binlerce çeşit ürün yetiştiriliyor.
Morales hükümeti, doğal ayıklanma yöntemiyle, genetik stoğunu geliştirmeyi amaçlıyor.
'GDO'lu tohum işgali'
Hükümet, yerli ürünleri bozacağını söylediği genetik yapısı değiştirilmiş tohumların işgaline direneceğini vurguluyor.
Bolivya'nın Birleşmiş Milletler'e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü FAO'daki temsilcisi Lisa Panades, yeni yasayı doğru yönde atılmış bir adım olarak niteledi.
Panades, "Yasa gıda üretimini artıracak koşulların oluşturulmasını öngörüyor. Özellikle de zor durumdaki küçük çiftçiler arasında. Kuşkusuz bu yasa tek başına sorunları çözmeyecek. Ancak hükümetin desteğiyle, bu yasa tam olarak uygulanırsa, Bolivya'nın gıda bağımsızlığı garanti altına alacak mükemmel koşullar var" dedi.
Bolivya yakın bir zamana kadar gıda fiyatlarındaki küresel artıştan etkilenmemişti. Ancak şekerin fiyatı bu yılın başlarında iki katına çıktı.
Yüksek kesimlerde yaşayan bazı topluluklar, fiyatların artması nedeniyle tohumları yenen bir bitki olan geleneksel besinleri quinoa yerine pirinç ve makarnaya yönelmeye başladı.
http://www.bbc.co.uk/turkce/
31 Ekim 2010 Pazar
UPOV’da Şeffaflık ve Katılımcılık Konusunda Yeni Bir Dönem Başlıyor
Bitki Çeşitliliğini Koruma Uluslararası Birliği (UPOV) 21 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirdiği yıllık olağan oturumunda, sivil kurumlara ve çiftçi organizasyonlarına gözlemci statüsü tanıma kararı aldı. UPOV’un bu kararı, bundan sonra yürüteceği görüşmelerde şeffaflık ve katılımcılık noktalarında yeni olasılıkları ima etti.
21 Ekim 2010 tarihinde UPOV Konseyi, APBREBES’e ve European Coordinaton Via Campesina (ECVC)’ya; Konseyi, İdare ve Hukuk Komitesi (CAJ), Teknik Komite (TC) ve Teknik Çalışma Grupları’na (TWPs) gözlemci statüsü tanıma konusunda anlaşmaya vardı.
UPOV merkezi Cenevre, İsviçre’de bulunan devletlerarası bir organizayon. Bitki çeşitliliğinin korunmasıyla ilgili uluslararası kuralları belirlediği için gıda güvenliği, biyoçeşitlilik ve çiftçi hakları konularında belirleyicidir.
“Çiftçiler, UPOV’un fikri mülkiyet hakları sistemine dayalı olarak koruma altına alınmış tohumların başlıca kullanıcıları. Bundan dolayı bizler ECVC’ye gözlemci olma hakkı tanıyan UPOV üyelerine teşekkür ederiz. Böylelikle çiftçiler UPOV’da neler olup bittiğiyle ilgili bilgilenme ve gözlemci olma hakkına kavuşmuşlardır.” Josie Riffaud, ECVC Bioçeşitlilik, Tohum ve Çevre sorumlusu. Bu kuruluş 16 Avrupa ülkesinden 24 çiftçi kuruluşu ve 200.000 üreticiyi temsil etmektedir.
“UPOV’a katılımımız , UPOV’un perspektifini genişleterek çiftçi hakları ve genetik kaynakların sürdürülebilir kullanımı konularında farkındalık yaratabileceğimizi ve bitki çeşitliliğinin korunmasıyla ilgili dengeli bir yaklaşım sağlanmasına olanak tanıyacağını umuyoruz.” Francois Meienberg, Bern Deklarasyonu, APBREBES Kurucu Üyesi.
“UPOV’un ECVC ve APBREBES’e gözlemci statüsü tanıma kararı, devletlerarası organizasyonların örneğin Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Organizasyonu’nda (WIPO) olduğu gibi, şeffaflığı ve katılımcılığı artırma eğilimi ile aynı çizgide değerlendirilmelidir. Bu karar UPOV’un daha fazla katılımcılık ve daha fazla şeffaflık yolunda attığı ilk adım olarak görülmelidir. UPOV’la kurulacak yapıcı işbirliğini dörtgözle bekliyoruz.” Sangeeta Shashikant, Üçüncü Dünya İletişim Ağı (APBREBES)
UPOV’un başlıca karar verme organı olan Danışma Komitesi’ne gözlemciliğe izin verilmiyor. UPOV’un resmi web sitesinden kamuoyuna organizasyonun sınırlı sayıda belgeleri duyuruluyor. Web sitede belgelerin önemli bir kısmına erişim şifrelerle sağlanıyor.
Ek bilgi:
ECVC Via Campesina’nın bir üyesi. Köylülerin, küçük ve orta ölçekli üreticilerin, topraksızların, köylü kadınların, yerli halkların, köylü gençliğin ve tarım işçilerinin uluslararası ölçekli en büyük hareketi. ECVC tüm Avrupa’dan katılan 24 çiftçi ve tarım işçileri birliğinden oluşuyor.
APBREBES, bitki çeşitleri ıslahı ve UPOV mevzuatı konusunda çalışan organizasyonlar tarafından kurulmuştur. APREBES, Berne Declaration (Switzerland); Center for International Environmental Law (USA); Community Technology Development Trust (Zimbabwe); Development Fund (Norway); Local Initiatives for Biodiversity, Research and Development (Nepal); Searice - The Southeast Asia Regional Initiative for Community Empowerment (Philippines); and Third World Network (Malaysia)’den oluşmaktadır.
Daha fazla bilgi için:
Josie Riffaud
ECVC Koordinasyon Komitesi Üyesi
Tel: 0033 6 13 10 52 91
François Meienberg
Bern Deklarasyonu (APBREBES)
Üçüncü Dünya İletişim Ağı (APBREBES)
4 Ekim 2010 Pazartesi
Loç Vadisine HES
Cide Loç Vadisi, aynı zamanda Küre Dağları Milli Park alanı içinde yer almaktadır. Devrekâni de dâhil edildiğinde üç ilçemizi birden ilgilendiren bu alanda, Hidro Elektrik Santrali yapımı ile ilgili bir çalışma yürütüldüğü artık hepimizin bilgisi dâhilinde olan bir konu. Vadi, doğa harikası ve gerçekten Türkiye’nin en bakir bölgelerinden birisi. Valla Kanyonu, Maylas Kanyonu, Ilgarini Mağarası, Kılıçlı Mağarası ve uçsuz bucaksız dağlar, Loç vadisinin etrafında birer kale niteliğinde duruyor... Enerji severler ise elektriksiz kalma korkusu yaşıyor olmalılar ki, böyle bir projeyi tüm ülke genelinde görmeyi hedefliyorlar. Sırf elektrik üretmek adına doğanın dokusu bozulmaya değiyor mu, bu tartışmalı bir husus. Fizibilitesi yapılırken neler hesaba katıldı, bunu bilmekten de yoksunuz. Ancak bir gerçek var ki oda; güzelim akarsuları yok etmek konusundaki kararlılık gözden kaçmıyor! Demek koca koca, dev akarsuların ve denizlerin ülkesi olan Türkiye’mizde elektrik üretebilecek yer bulunamamış olmalı ki, sıra küçük derelerdeki su kaynaklarını değerlendirmeye gelmiş! Loç Vadisinde Elektrik Santrali yapımı için izin aldığını belirten ilgili şirketin çalışmalara başlaması üzerine, bölgede kaygı verici bir hareketlilik gözlemlenmekte. Böyle giderse istenmeyen birçok olay yaşanacağa benziyor. Halkın bize göre haklı, kimilerine göre haksız feryadı ise belki de güvenlik güçlerinin refakatinde susacak. Bölgeden yankılanan hayat mücadelesinin aksı duyulmayacak. Biz yıllarca devletimizin sosyal yönünden kastedilen mananın, özel bir anlamı olduğunu düşünüyorduk. Lakin çoğunluğun isteği veya mali gücün hegemonyası sosyal anlayışlara da farklı manada ket vuruyor anlaşılan… Konunun yargıya taşındığını bilmeyenimiz yok. Hukuk devletlerinde yargıya intikal eden konular, bir karara bağlanmadan icraat yapılamayacağını bilenlerdeniz. Ancak ilgili şirketin çalışmalarını aralıksız sürdürmesi ve hukuki sonucu beklemeden Loç da dev makinelerle ortalığı talan etmesine kim dur diyecek, bu sorunun cevabı meçhul! Bağımsız yargı böyle önemli bir konuda süreci uzatmadan daha hızlı karar veremez mi? Zira her geçen gün, bölgedeki ağaç ve doğa katliamının genişlemesi büyük bir vebal olarak sorumluların omuzlarında asılı durmaktadır. Kamuoyunun HES’ lerin doğayı öldürdüğü, bunların yapılmaması ve Loç gibi bölgelerin yok olmaması için verdiği destek açıklamalarına, yürütme organı yetkililerinden gelen cevapları, bir kararlılık olarak mı değerlendirmeliyiz bilemiyorum. Sanatçıların Loç desteğine; “Siz bu işe burnunuzu sokmayın” diyerek ihtar eden siyasilerin tutumunda bölge halkının kendilerine verdiği oy oranları etkili midir acaba? Ya da soruyu madalyonun öbür yüzünü çevirip soralım isterseniz. Muhalefet vekilinin bölgeye gitmemesinden şikâyet edenler açısından konuya yaklaşalım. Muhalefet Loça neden gitmiyor? Seçim ve referandum sonuçlarının muhalefet üzerinde; HES’ler de dâhil olmak üzere, iktidar icraatlarının halk tarafından tasvip edildiği gibi bir çıkarım yapıldığı sonucuna varılabilir mi? Ne dersiniz? Sizce de çelişik bir durum değil mi? Nasıl bir kazanç ya da nasıl bir kayıp, doğrusu manidar bir tablo… Boşuna mı demiş büyüklerimiz; “ Parayla saadet olmaz” diye. Acaba buradan üretilecek elektrikle nereler aydınlanacak. Ürettiğiniz elektrik ve satacağınız su ile dünyasını kararttığınız insanların yüreklerine su serpilebilecek mi? Küçük dereciklerden elde edilen sular, dağların tepesinde oluşturulan barajlara taşınacak ve oradan aşağı bırakılan sularla elektrik üretilecek. Ne ala! Sanki çok ucuz bir maliyet bu. Bunun için bile dünya kadar elektrik harcanacağı muhakkak değil mi? Belki de kendi üretimi için harcayacağı elektriği bile üretmekten aciz bir işlem için, bu kadar doğa katliamının adını kim nasıl koyuyor anlaşılabilir değil! Ya sonrası? Elbette firmalar açısından asıl kazanç, belki de işlem sonrasında elde edilecek. Loç suyunun vadideki arazi sahiplerine para ile satılacak olması bölge halkının bir başka handikabı olacaktır. Böyle bir garabetle de sınırlı kalmayacak Loç’un kaderi. Doğabilecek sıkıntıları anlatmak için bir köşe yazısının yeterli olmayacağı da malum… Kastamonu ekosisteminin tam orta yerine saplanan bir hançer gibidir Loç vadisine giren iş makinelerinin konumu. Şayet sahip çıkılmazsa Loç’a, alınırsa derelerin canı; kuruttuğunuz dere yataklarından istifade eden insanların ahı değildir sadece sizin yakanızı bırakmayacak olan. Oradaki tüm canlı hayatının âhı, uykularınızda dahi sizi rahatsız bırakmayan kâbusunuz olacaktır muhakkak. Sormak isterim Kastamonu’nun etkili ve yetkililerine; orada bulunan boşluğu nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz? Bırakın doğanın oluşturduğu boşluğu doldurmayı, ekonomik anlamda gelir dengeleri alt-üst edilmiş insanların hayatlarında meydana gelen maddi, manevi ve psikolojik boşluğu neyle ikame etmeyi düşünüyorsunuz? Gerek genel seçimlerde, gerekse son referandumda bir kez daha ispat etmedi mi Kastamonu halkı hükümete bağlılığını? Seçtiklerine verdiği desteğin halen devam ettiğini bir kez daha göstermediler mi? Yani Kastamonulular görevlerini yapmadılar mı bu konuda? Peki, yetkililerimiz ne zaman devreye girecekler Kastamonu’nun Loç Vadisi gibi önemli olan bu ve benzeri türden sorunlarıyla ilgili olarak. Yoksa “biz herkesi kucaklıyoruz, bu halkın içinden yine bu halk için çıktık, sizler için varız” diyen bizim yöneticilerimiz ve temsilcilerimizin yoğunlukları, böylesi elzem bir konunun çok mu üzerindedir… Neden şöhret olmuş isimleri Loç Vadisindeki insanlarımızın arasında göremiyoruz. Bu halkın içinden çıkınca, tekrar halkın arasına dönmek bu kadar zor mu? |
01.10.2010 |
Davut ZAT |
1 Şubat 2010 Pazartesi
ULUKIŞLA KÖYLERİ’NDEN, SİYANÜRLÜ ALTIN MADENCİSİ
AYDIN DOĞAN VE NECATİ KURMEL’E AÇIK MEKTUP
Baylar, bir süredir Ulukışla’da satın aldığınız altın madenini işletmek için adamlarınızla topraklarımıza girmek istiyorsunuz. Köylerimizin sulama göletinin bulunduğu alanla birlikte şimdide meralarımız ve ormanlarımızı satın almak için günlerdir adamlarınız köylerimizde türlü fesatlar çeviriyor. Biliyorsunuz ki, bu coğrafya İpek Yolu üzerindedir; derin ve sarp vadilerle örülüdür. Binlerce insan uygarlığı gelip geçmiş ve milyonlarca canlı yaşamıştır. Köylerimizde insanlarımız kışın sert ve soğuk geçtiğini bilir, soğuğa karşı nasıl direnmesi gerektiğini de. Kurdunu, kuşunu tanırız bu coğrafyanın, uçan kuşun kanat çırpışından anlarız dostu düşmanı.
Aylar önce sizlere “köylerimize gelmeyin” dedik. Israr ettiniz. “Hayır, bu madeni işleteceğiz” dediniz. Sularımıza göz diktiniz. Şirketinizin yaptırdığı analizlerde yüzde on beş arsenikli çıktı bile suyumuz. Köylülerimiz tedirgin. Bolkar Derelerine akan karın içine kir bulaşmaya başladı. Derenin suyunu satın alan Hayat ve Tekir Su sessiz. Onların gidecek yeri vardır. Ama bizlerin gidecek yeri yok. Atalarımız bu köylerde öldü. Bu köylerde kiraz topladı, ata bindi, çift sürdü. Bu topraklardan sevdi, evlendi, çocuk yaptı, everdi. Ceviz ağaçlarını bu sularla suladı. Almak istediğiniz sadece suyumuz değil. Geçmişimizi ve atalarımızın ruhlarını da istiyorsunuz. Kemiklerimiz sizlerin kepçelerinin ucunda rahmet ve merhamet dilenmeyecek bunu bilin.
Köylerimize günlerdir jandarma eşliğinde gönderdiğiniz görevliler, köylerimizin geleceğini satın almak için topraklarımızı ölçmek istiyor. Amaçları 400 dönüm daha toprak satın almak. Eşeklerin geçtiği yoldan geçerek gelmenize gerek yok Baylar. Doğrudan çıkın köylerimize gelin. Adamlarınızı göndermeyin. Düşmanımızı yakından tanımak istiyoruz. Size söyleyecek sözümüz var. Tabi varsa cesaretiniz gelin.
Baylar, size toprak satacak analar daha çocuklarını doğurmadı. Böyle bir çocuk da bu coğrafyada barınamaz. Adamınız olan Sadettin Sakatoğlu adlı Maden mühendisleri Odası Adana Şube başkanı topraklarımızı birbirine katıyor. Kendisini önce size, sonra yargıya şikâyet ediyoruz. Köylerimizi satın almaya teşebbüs ederek, halkın değerlerini satın almak istiyorsunuz. Bu coğrafyada yaşanacak tüm olumsuz gelişmelerden adamlarınız ve sizler sorumlu olacaksınız. Bu hafta yeniden ölçüme gelecekler. Geçen hafta biliyorsunuz yine gelmiştiniz. Köylülerimizi dövmeye kalktınız. Ama sokmadık sizleri. Jandarma eşliğinde yine geleceksiniz, daha kalabalık geleceksiniz. Haydi deneyin. Kaybedecek çok şeyiniz var.
Oysaki biz misafirperver bir ilçeyiz. Dostlarımızı severiz. Ama düşmanlık yapanların başına ipek yolunda ne geleceğini dosta düşmanda gösteririz. Bu toprakları satın alamayacaklarını bilirler. Bilirler ki bir halkın bedduasını almak, vergi borçlarınızdan daha ağır veballer yükler. Vicdan sahipleri bedduanın ne olduğunu bilir. Biz biliyoruz ki, ipek yolunun bu yakasından haramiler geçmek istiyor. Her yeri talan etmek, dağlamak, hayvanlarımızı, topraklarımızı ve insanlığımızı yok etmek istiyor. Bu hafta yine geleceksiniz. Uyarıyoruz. Gelmeyin. Haramiler tankla, topla, tüfekle gelecekse eğer, bizler kiraz ile, elma ile, su ile ,toprak ile direneceğiz. Biliyoruz siz yapmazsanız başkası yapmak isteyecek bu işi. Pazarlığınız büyük. Altını topraktan çıkartıp, tüm yaşamlarımızı yok edecek gücünüz olduğunu düşünüyorsunuz. Medyanız var. Patronlarınız, bürokratlarınız, topunuz, tüfeğiniz. Bize savaş ilan ettiniz, ama siz kaybedeceksiniz. Bu sefer uçan halılar da yapsanız, vergi borçlarınızı da ödeseniz, ellerimiz iki yakanızda olacak. Cehennem ateşiniz, ekmeğimizin sıcağından besleniyor. Siz ya bizim cennetimizden ellerinizi çekersiniz ya da ellerimizde cehenneminizin ateşini körüklersiniz.
Desteklediğimiz tekel işçileri ne öğretti bize biliyor musunuz: Ölmek Var Dönmek Yok. Haydi Gelin.
Ulukışla Altın Madenine Karşı Direniş Komiteleri